Geç kalmış bir 23 Nisan yazısı
23 Nisan bayramı. Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı.. 23 Nisan bayramı bu sene tam da zamanına denk geldi. Ülke genelinde seçim havasının hakim olduğu bir zamanda “Milli Egemenlik” üzerinde düşünmek önemli. Ama bizde resmi bayramlar hep birbirinin aynı. Ruhsuz. Resmi bir “iş”. Resmi açıklamalar da basmakalıp, aynı. İşin içine çocuklar katılınca, işe biraz da olsa neşe katılmış oluyor.
Çocuksu bir masumiyet.. Ama öte yandan işin siyasi boyutu hiç de masum değil.. Resepsiyon krizi, Türk-Kürt tartışmaları, resmi ideoloji, laiklik filan.. Meclis özel gündemle toplanıyor toplanmasına da olanlar ortada.. 23 Nisan’ı “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” haline getiren 12 Eylül cuntası.. Milli Egemenlik kavramının üzerine cunta şalı örtüldü böylece. Çocuklarımızın ufkunu karartan adamlar bir de bu bayramı çocuklara armağan ettiler utanmadan.. Bu resepsiyon krizlerini çıkartanlar da bu geleneğin mirasçıları aslında. Bu bayram Türkiye’de ve KKTC’de kutlanıyor ve aynı zamanda resmi tatil günü.
Bu günün Atatürk tarafından çocuklara armağan edildiği filan bir rejim efsanesinden ibaret..
23 Nisan Millî Bayramı 1921 yılında Hakimiyet-i Milliye Bayramı olarak kutlanmaya başlanmış (1921 sonrası 1 Kasım, sonra 1935’de 23 Nisan, 14 yıl), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını güdüyormuş. Yani bayramın temelinde “Milli Egemenlik” yok, o daha sonra eklenmiş. 1 Kasım’da yapılan kutlamaların maksadı “Halifeden kurtulma bayramı”. Hilafet kaldırılmadı biliyorsunuz. Devrim yasasına göre “Hilafet mana ve mefhum olarak TBMM’nin/Cumhuriyet’in şahsı manevisinde mündemiçtir.” Yani bu bayramın aslı, “dini otoriteden kurtulma, dini siyasetin emrine verme bayramı”dır.. İşte Diyanet İşleri de tam bu zeminde hayat buluyor. Yani bu gün aynı zamanda hilafet yerine Diyanet’in kurulması “bayramı”dır.
Hâkimiyet-i Milliye Bayramı 1935 yılında gündeme geldi. Bu iş dine ve dindarlara bir meydan okuma şeklinde anlaşıldığından 1935’te TBMM’nin açılış günü kutlamasına dönüştürüldü. Maksat biraz da hilafetin tamamen unutturulması ile ilgili idi.. Bu arada Çocuk Bayramı bağımsız, ayrı bir bayram olarak 1927’de kutlanmaya başlanmıştı zaten. Bu bayramın resmen “Milli Egemenlik ve çocuk bayramı” olarak kutlanması 1982’de olan bir şey. Yani Kenan Evren’in milletimize armağanı.. Bu bayramda kimse bunları anlatmaz. Bunlar yazılıp, çizilip, konuşulmaz. Ama artık neyse ki internet var, çocuklar öğretmenlerinin anlatmadığı şeyleri internetten öğrenme şansına sahip.
1935’te 23 Nisan Millî Bayramı’yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927’de ilan ettiği ve ilki Mustafa Kamal’ın himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Şenliği, 1980 darbesi döneminde Milli Güvenlik Konseyi’nin bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını vermesiyle bugünkü şeklini aldı. Çocuk Şenliği savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukları bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı. Yani bu bayram, 2 ayrı bayram ve bir şenliğin birleşmesi ile oluştu. Başlangıcı Himaye-i Etfal Cemiyeti ile ilgili. Resmi bile değil. Bayramın kutlanmasına gelince saygı duruşunda bulunulur, İstiklal Marşı okunur, vali, belediye başkanı ve garnizon komutanı halkı selamlar, valinin elinde genel olarak fötr şapkası olur. Eskiden frak da giyerdi. Akşam kokteyl düzenlenir. Eskiden balo da düzenlenirdi. O günün anısına pul basılır, sergiler açılır, konser verilir. Çankaya ve Meclis’te resepsiyon verilir, balo düzenlenir. Piyango çekilir. Anıtkabir ziyareti yapılır, fener alayı düzenlenir, resmi geçit yapılır. Devlet büyükleri konuşmalar yapar, halkoyunları falan.. At koşusu, spor karşılaşmaları falan da yapılır..
Doç.Dr. Veysi Akın 1997’de bir makale yayınlayarak bu bayramın ortaya çıkışını araştırdı.. Bu araştırmanın ortaya çıkarttığı bir gerçek var. “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ortaya çıkışında 3 ayrı bayramın payı vardır. Çocuk Bayramı tamamen ayrı bir kavram olarak gelişirken, Ulusal Egemenlik ve 23 Nisan bayramları baştan ayrı bayramlarken, birleşmişler; en son da onlara Çocuk Bayramı katılmıştır. (...) ‘23 Nisan’, 1921’de çıkarılan ’23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Dair Kanun’ ile, Türkiye’nin ilk ulusal bayramı olmuştur. İlk kez ortaya çıkan bu bayramda ne ulusal egemenlikten ne de çocuklardan söz edilmekteydi. Zaten daha o yıllarda Osmanlı saltanatı hâlâ kanunen hüküm sürmekteydi. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla 1 Kasım, Hakimiyet-i Milliye Bayramı (Ulusal Egemenlik Bayramı) olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki yıllarda, TBMM’nin açılış tarihi olan 23 Nisan “Milli Hakimiyet Bayramı” olarak kutlamış ve bu durum 1 Kasım’ın uzun vadede bayram olarak unutulmasına neden olmuştur. 1935’te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirilmiş ve “23 Nisan Millî Bayramı”nın adı “Millî Hakimiyet Bayramı” haline getirilmiş, böylece 1 Kasım Hakimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilmiştir.”
Bu konu burada bitecek gibi değil, en iyisi biz bu konuya yarın da devam edelim. Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
Kaynak: Geç kalmış bir 23 Nisan yazısı - Abdurrahman Dilipak
23 NİSAN ( 23 Nisan 2021'de Yeni Akit gazetesinde yayınlanmıştır )
Şu CoVID günlerinde, bir milli gün, bir dini gece (Kadir Gecesi) ve dini bir bayramı (Ramazan Bayramı) idrak edeceğiz.
Aslında milletçe içimiz buruk.
23 Nisan’ın ilk adı “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” Daha sonra “Hakimiyet-i Milliye”nin yerini “Ulusal Egemenlik” aldı, “Milli”yi “Ulus”la değiştirdiler ve bir de “Çocuk” eklediler, oldu adı Ulusal egemenlik ve çocuk bayramı! Bu bayram, Türkiye ve KKTC’de resmi bayram olarak kutlanır. Ayrıca Kosova’da “23 Nisan Kosova Türkleri Milli Bayramı” olarak da kutlanır.
“Bugün 23 Nisan / Neşe doluyor insan” diye okullarda eğitilerek bu günlere geldik.. Nisan baharın sıcak esintisinin duyulduğu şu günlerde, yakın tarihimizde başka şeyler de oldu. Mesela bugünümüzle ilgili olduğu için söyleyeyim, başımızın belası İstanbul Sözleşmesine giden yol, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 30 Nisan 2002 tarihinde “aldığı tavsiye kararı ile açılmış oldu. Ve bir Nisan günü de, İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilme kararının ardından, bundan sonraki süreci yönetecek olan, sözleşmenin yılmaz savunucusu bir hanım Aile Bakanı oldu.
27.4.1909’da Meclis-i Umumi-i Milli 240 Mebus, 36 ayan 2. Abdulhamid Han’ın Hall’ine karar verdi. Sultan kararı onaylayan fetva ile hall edildi.
İstiklal Mahkemeleri ile birlikte düşünüldüğünde büyük kıyımlara sebep olan, muhalefet ve resmi ideoloji eleştirisine karşı sopa olarak kullanılan 29 Nisan 1920’de çıkarılan ve 12 Nisan 1991’de yürürlükten kaldırılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 71 yıl insanlara kök söktürdü.
Bir de E-muhtıramız var! TSK adına Genelkurmay Başkanlığının, cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde gece saat 23.20’de yayınladığı bir muhtıradan söz ediyoruz.
Mesela Teşkilat-ı Esasiye Kanunu veya nam-ı diğer 1924 Anayasası, 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununu yürürlükten kaldırmıştır. 20 Nisan 1924’te başlatılan süreçte Anayasada 6 ok, devletin dininin İslam olduğu maddesinin kaldırılması gibi düzenlemeler yapıldı.
Bize anlatılan 23 Nisan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması hadisesidir.
Aslında başlangıçta böyle bir bayram yoktu. Bu bayram, TBMM’nin açılışının 1. yılında kutlanmaya başlandı ve adı “23 Nisan Millî Bayramı” idi. Daha sonra 1927’deki Himaye-i Etfal Cemiyetinin savaşta öksüz ve yetim kalan çocuklar için bahar şenliği anlamına gelen bir şenlik olarak kutladığı Çocuk Bayramı, ardından 1935 yılında kutlanmaya başlanan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı birleştirilerek tek bayram haline getirildi. 12 Eylül darbesi sonrası MGK, bu bayrama “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını verdi.
Aslında tek parti döneminde akıllıca bir karar verilip, “Bayram ekonomisi”ne gidilmiş ve 3 bayram birleştirilmişti. Pekâlâ, 23 Nisan’dan 24 gün sonra kutlanan 19 Mayıs ile 23 Nisan birleştirilerek “23 Nisan Milli Hakimiyet, Çocuk ve Gençlik Bayramı” olarak kutlanabilir. Zaten, Samsun’a gidiş ve dönüşte Meclisin açılması, aynı çerçevede anlam ve değer kazanıyor.
Bu vesile ile sormak istiyorum: Mustafa Kemal’in Bandırma gemisi nerede, kim niçin bu gemiyi söktü ya da sattı. Kime sattı! Bayram yapıyoruz ama gemi sır oldu uçtu sanki. Hadi geminin ne olduğunu bilmiyoruz, seyir defteri nerede?.
Tamam, Mustafa Kemal Mayısta Samsun’a çıktı, 1919 Nisan ayında Kars’ta, konfederatif, başkanlıkla yönetilen, Meclisi, hükümeti, anayasası, ordusu, parası, pulu olan 18 yaşındaki erkekler ve kadınların oy kullandığı bir İslam Cumhuriyeti vardı. Sivas ve Erzurum kongrelerini biliyoruz da, neden bundan hiç bahsedilmez. Bu soruların cevabını bilen var mı?
Mesela neden 1. Meclis’in açılışını çizgi film ya da belgesel yapmayız. Neden bir küçük, 500 günlük, basit, süreci gün gün anlatan bir mikro tarih kronolojisi yayınlamayız!?.
23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı. O toplantıya Meclis-i Mebusan’daki çağrı yapılan 337 milletvekilinden sadece 115’i katılabildi. Hilafet ve Saltanatı korumak, ihya ve inşa için kurulan bu ilk meclisin çoğunluğunu İslam âlimleri oluşturuyordu. Meclis bir Cuma, Hacı Bayram’da başlatılan hatipler ve dualarla açılmıştı. Meclis binasının bir tarafında, daha sonra “irtica bayrağı” olarak tanıtılacak olan “Sancak-ı Şerif”, öbür tarafta, İttihat Terakki’den beri kullanılmakta olan ay yıldızlı bayrak vardı. İçeride Meclis kürsüsünün hemen arkasında “Aranızda müşavere ile karar verin” mealindeki ayet yazılı idi!
Daha sonra olan oldu, bir yıl sonra Maarif vekili Reşit Galip Bey’in kaleme aldığı, bugün uygulamadan kaldırılan “Andımız” çocuklar tarafından ilk kez okutuldu. Bu günler için Piyango, Balolar, Resepsiyonlar, özel oturumlar düzenlendi. TBMM’nin açılışından çok “Çocuk” imajı öne çıkartılmaya çalışıldı. Çocukların otoritelerin yerini alması, Ankara, il ilçe dış temsilcilikler, konsolosluklar ve okullarda törenler yapılageldi.
En azından 23 Nisan öncesi 2 ve sonrası 2 yılı anlamadan bugünü anlamak mümkün değil. Türkiye neden böyle ve nereye gidiyoruz sorusunun cevabı burada gizli.
Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır. Selam ve dua ile.
(https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/bugun-23-nisan-35590.html )
23 Nisan’dan 19 Mayıs’a Abdurrahman Dilipak (20 Mayıs 2022 )İ
Son yılların en sönük 19 Mayıs’ı
idi. 23 Nisan da zaten sönük geçti. Aile dağılırken, dede-nine mi, çocuk mu, gençlik mi bayram yapabilir?
Bir Cuma günü, Hacıbayram’da, dini bir merasimle “Hilafet ve saltanatın ihyası ve yeniden inşası için” İstanbul’dan Ankara’ya taşınan ve burada hatimler indirilerek dualarla açılan bir meclisin açılışının yıldönümünü “milli egemenlik ve çocuk bayramı” olarak kutluyoruz da, hangi çocuk bunun farkında!
O gün meclisin kapısında kelime-i tevhid bayrağı asılı idi, içeride duvarda bir ayet yazıyordu.
Bugün o bayrak irtica bayrağı, meclis kürsüsünün arkasında yazan “Arap yavesi” dedikleri (!) ayet oradan indirildi daha sonra. Çünkü artık İslam “İrtica”, Müslümanlar “Mürteci” idi.
Gelelim 19 Mayıs’a. Gençlik ve Spor bayramı. Osmanlı’da bir idman bayramı vardı, o spor bayramı oldu, onu da 19 Mayıs’la ilişkilendirip, Gençlik bayramı haline getirdiler. Bu bayramı ilk defa 1926 yılında, 7 yıl aradan sonra “Gazi Günü” adı altında Samsun’da kutlandı. Bir 10 yıl sonra 24 Mayıs 1935’te “Atatürk Günü” adı altında resmiyet kazandı ve Beşiktaş’ın girişimleriyle Fenerbahçe Stadı’nda kutlanan ilk kutlama yüzlerce sporcunun da katılımıyla bir spor şenliğine dönüştürüldü. Daha sonra düzenlenen Spor Kongresi’nde Beşiktaş Kurucu Üyesi Ahmet Fetgeri Aşeni, bugünün “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” adı altında her yıl yapılmasını teklif etti. Bu karar Mustafa Kemal’in de onayı ile 19.5.1919’dan 19 yıl sonra, 20.6.1938 tarihli kanunla “Gençlik ve Spor Bayramı” adını aldı.
Burada 19 Mayıs 1919 ile ilgili dikkatlerden kaçırılan bir husus var. 17-18 Ocak 1919 tarihinde, daha önce 1 Aralık 1918’de Osmanlı devleti ile irtibat kesilince Geçici Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti kurulmasının ardından, bu devlet, anayasası, ordusu, parası-pulu olan ve yeniden yapılandırılan bir konfederasyon olarak, 18 yaşında her yurttaşın kadın-erkek oy kullandığı bir seçimle meclisini seçen, başkanlık rejimi ile yönetilen, yasama, yürütme ve yargı organları bulunan bir hükümet göreve başladı.
Burada bir sorun var. 19 Mayıs’tan tam bir ay önce 19 Nisan 1919’da bu Kars İslam Cumhuriyeti toprakları İngiliz Amiral Somerset Arthur Gough-Calthorpe tarafından işgal edilerek, bu genç, katılımcı, çoğulcu, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olma taahhüdünde bulunan Anadolu topraklarındaki bu ilk Cumhuriyet hükümetinin üyeleri tutuklanarak önce Batum’a, daha sonra Malta’ya gönderildi. Hatırlarsanız Ankara hükümeti de kendine muhalif gördüğü bazı isimleri daha sonra Malta’ya sürecektir.
İlginç değil mi, 1 ay önce burada varolan, gayrimüslim milletvekili ve bakanların görev yaptığı seçimle işbaşına gelen bir hükümet yıkılıyor, o topraklar işgal ediliyor, hükümet üyeleri tutuklanıyor, ama tam bir ay sonra, İstanbul’dan gelen Mustafa Kemal, İngiliz işgali altındaki Samsun’a çıkıyor. Mustafa Kemal İstanbul’dan çıkarken de İngilizler gemiye çıkıp kontrollerini yapıyorlar ve daha sonra İngilizler Mustafa Kemal’i Samsun’da karşılıyorlar. Dahası, kontrollü bir şekilde Erzurum ve Sivas’a gitmesi, kongre düzenlemesi ve geri dönüşü konusunda herhangi bir engellemede bulunmuyorlar.
Bizim tarihimizde ise bir mekteb sınıfının öğrenci sayısı kadar bir katılımla yapılan toplantılar Cumhuriyete giden yolda önemli birer kavşak noktası sayılırken, konfederatif ve başkanlıkla yönetilen bir yasama, yürütme ve yargı organları ile tam teşekküllü bir Cumhuriyetten hemen hemen hiç söz edilmemesini anlamak çok kolay olmasa gerekir.
Biraz gerilere gidersek, İzmir’in işgali, 1. Dünya Savaşının ardından Paris’te toplanan “uluslararası barış konferansı”nın kararıyla İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanistan Krallığı tarafından işgaliyle başlayan, Sakarya Meydan muharebesinin başlaması ile Rusya ve İngiltere’nin Türkiye’ye yardım etmesi ile devam eden süreçte 9 Eylül 1922’ye kadar devam eden işgaldir. 16 Mayıs 1919’da da Cuma öğleden sonra.. Bandırma Vapuru Mustafa Kemal’i 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a götürmek üzere Galata Rıhtımının önünde bekliyordu.
Sahi daha sonra Bandırma vapuruna ne oldu! Onu ne siz sorun, ne de ben anlatayım. Hadi Bandırma vapurunun seyir defterine ne oldu?. O da yok edildi. Buhar oldu ve kimse de bunu araştır(a)madı.
Koskoca gemi yok oldu. Daha doğrusu yok edildi.
Gemi İstanbul’dan yola çıkmadan hemen önce işgal kuvvetine ait askerlerce gemide arama yapıldı, mürettebatın kimlikleri incelendi, “Muayene uzayıp gitti”. Yola çıktıklarında da bir İngiliz gemisi, Bandırma vapurunu Karadeniz’e açılana kadar takip etti.
Böylece Mustafa Kemal’in, Trablusgarp’dan, Bad Godesberg derken Bulgaristan’a, oradan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Filistin cephesine, oradan da İstanbul’a ve ardından Samsun’a doğru yolculuğu başlamış oluyordu.