Bediüzzaman istikamet çizgisinden uzaklaşan müminlerin halini tereyağı ve yoğurt metaforu ile açıklar. Üstat meşhur metaforunda tereyağı ile yoğurdu karşılaştırır ve “Nasıl ki yoğurt bozulursa yine de yenebilir fakat tereyağı bozulursa yenmez zehir olur” der ve müminin istikametten uzaklaşmasının büyük bir tehlike olduğuna işaret eder. Zira sütün özünden süzülüp gelen tereyağı, yoğurda göre çok daha kıymetli bir üründür. Tereyağını elde edebilmek için sütü yoğurda yoğurdu ise yağa dönüştürmeniz gerekir. Bu sütün varabileceği son noktadır, bundan ötesi yoktur. Yoğurt ekşimiş olsa dahi yağa ya da ayrana dönüşme ihtimali vardır. Fakat tereyağı bozulmuşsa bunu daha kullanma imkânınız kalmaz. Tıpkı bunun gibi hakikat ekseninden uzaklaşan Müslüman’ın gidecek başka yolu yoktur.
İman etmeyen ve yaşamını şirk ekseninde sürdüren bir kişinin vahiyle aydınlanma ve hayatına yeni bir sayfa açma imkânı vardır. Peki, Müslüman vahiy ekseninden uzaklaştığında onu arındırabilecek başka bir formül var mıdır? Elbette yoktur… Zira bu kişi “inandım” demekle iyinin özüne, hakikate ulaşmış ve vahyin gölgesine sığınmıştır. Fakat ne olduysa inandığı bütün değerlere sırtını çevirmiş ve karanlık dehlizlerde yürümeye başlamıştır. Bu kişinin vahiy dışında hatasını iyileştirecek ve ona yön gösterecek başka bir yol yoktur. O nedenle Müslüman’ın bozulması diğerlerininkinden çok daha tehlikeli bir durumdur.
Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, insanın gereksinimleri ve müşterekleri aynıdır. Peki, Müslüman’ı diğerlerinden ayıran etken nedir? Müslüman’ı diğerlerinden ayıran etken imanı ve teslimiyetidir. İman beşer konumunda olan insanı ahsen-i takvim seviyesine yükseltiyor ve onu insan olma şerefine ulaştırıyor. Beşer durumunda olan insan ancak iman ile insanlık seviyesine yükselebilir. Zira iman kişiyi insan olma şerifine ulaştırıyor ve hasenat seviyesine taşıyarak taçlandırıyor.
Peki, iman etmek neyi gerekli kılar? İman eden kişi yoğurttan süzülüp gelen tereyağı gibi özü ile buluşur. Allah’a sarsılmaz bir imanla bağlı olan kişi eşyaya, kendine ve bütün varlık âlemine karşı bir sorumluluğunun olduğunu bilir ve hakkaniyet ölçülerine riayet eder. Allah’a karşı sorumluluklarını dünyevi heveslerine kurban etmez, ibadetlerini olması gerektiği şekilde ve vaktinde eda eder.
İman eden kişi şefkat ve merhameti kuşanmıştır, hiçbir varlığa zulmetmez, zulmedene de rıza göstermez. İman eden kişi kul hakkı yemez, yakınlarını kayırarak adaleti katletmez, zayıfların ezilmesine göz yummaz, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. İman eden kişi kötülüğe ve kötülüğün yayılmasına müsaade etmez, iyilerle vakit geçirmeye özen gösterir.
İslam’dan uzak yaşayan bir kişinin bir gün vahiyle tanışma ve halini iyileştirme şansı vardır. Peki, Müslüman hakikat çizgisinden uzaklaşmışsa bundan sonra ne yapacak, nereye gidecek? İnandım diyen adam eğer kul hakkı yiyorsa, ihaleye fesat karıştırıyor, insanları ötekileştirerek nefreti ve torpilciliğini yayıyorsa bu kişi daha nereye gidecek? Ne yapacak?
Yaşamını Kur’an ve sünnet ekseninde sürdürebilen Müslüman cevizin içindeki öz ve sütün içindeki yağ gibidir. Beşeriyetten süzülerek insanlığa ulaşmış etkin bir varlıktır o. Vahyin çizgisinden uzaklaştığında ise sahip olduğu bütün servetini kaybetmiş bir Adem’e dönüşür. Artık bu kişi dünyanın en yoksul ve en soysuz kişisidir. Artık bu kişi için yapılabilecek hiçbir şey yoktur.