Okuduğum yazarların sadece yazdıklarıyla ilgilenenlerinden değilim. Aynı zamanda onların kendi hayat hikayesiyle de ilgileniyorum. Eğer böyle yapmazsam bazı şeylerin eksik kalacağını düşünüyorum.
Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nureddin Topçu, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu bu saydığımız yazarlar sadece yazdıkların ibaret olsalardı acaba bugün yine aynı sözlerle anar mıydık?
Geçtiğimiz günlerde Yılmaz Erdoğan’ın bir filmini izledim: Kelebeğin Rüyası. Filmin konusu yaşanmış bir hikayeden esinlenerek yapılmış. Filmin konusunu kısaca özetlemek gerekirse şöyledir: Behçet Necatigil’in öğretmenlik yaptığı Zonguldak’ta iki genç şair arkadaş olan Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un hayatı anlatılıyor ve ikisininde verem hastalığı ile olan mücadelesi ve sonunda mağlup oluşları. Zaten bu yazının konusu da bu filmden mülhem bir şekilde çıktı diyebiliriz.
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisini hangi zorluklarla çıkardığını bilmeden okumak, Üstad’ın davasını tam manasıyla kavramamıza ne kadar olanak sağlar?
Sezai Karakoç’un Mona Rosa şiirinin hikayesini bilmeden okumak şiiri anlamamıza müsaade edecek midir?
İsmet Özel’in kendi zihin macerasını/hikayesini anlatan “Waldo Sen Neden Burada Değilsin” kitabını okumadan elbette onu tam manasıyla anlamamız mümkün olmayacaktır. Bu ve benzeri örnekler uzayıp gidecektir.
Bir Sanat Eserini ve Sanatçıyı anlamak için: evvela sahibini yani Sanatçı’yı anlamak, bilmek ve akabinde ortaya koyduğu eserlerine dikkatle bakmak lazım gelir versus Eserlerine dikkatle bakarakta Sanatçı’yı anlamamız elbette mümkündür.
Son cümlemiz de şu olsun: Marifet olmadan, muhabbet olmaz.