Bazen....
Sadece düşünüyorum. Ağır düşünceler. Klikler... Harp etmek için yorgunum. Pencerem geceyi kucaklıyor. Zaman daralıyor benim için. Karanlık odama dolarken salonun köşesinde TV açık ve ekran donuk bir görüntüde. Sokağın bitişiğinde duran sokak lambası sönük ışığını salona doldurma çabasında. Pencerem açık. Binaların arasından hırpalanmış halde gelen rüzgar yüzüme vuruyor. Ne serin ne sıcak. Arkada bırakılan onca düşünce tepeleri ile bazen sokağa dalan bir şahin yüksek sesle müzik, küfrederim bunların kaypak tavırlarına. Tor olsam aşağı inip bunların ağzını burnunu kırarım. Ama malesef öyle değilim. Muhtemelen bi fiske vuramadan beni hastanelik ederler. Nefret ediyorum bu şehirden. Gözüm dağda. Bir süre sonra katman katman olmuş kahve bardağımın içinde kahve olmadığını fark ettim. Ne zamandır yıkamıyorum, bilmiyorum. Sonra koltuğa atarım kendimi. Saat on... Linda yine biriyle kavga ediyor. Bazen hıçkırık seslerini de duyuyorum. Başım düştü düşecek. Fight Club soradan nasıl olduysa başa sarmış yine oynuyordu. Sevdiğim bir kare... Duraksadım. Ben neden...? Mantıklı gelmeye başladı bu düşüncem. Dedim ya izlediğim filmlerin etkisi altında kalıyorum. Hemen bilgisayarın başına oturdum. TV ışığının altında İnternetre aramaya başladım. Terapi grupları...
Alkolü bırak'ma
Kanser sizi yenemez
Kişiliğinizi düzeltelim
İrade kontrol seminerleri.
Birçoğu halk eğitime bağlı bir kısmı da özel kuruluşlara ait terapi grupları. Yüzümde anlamsız bir tebessüm oluştu. İyiki en sevdiğim film John Wick değil...
Numarasını aldım. Sanırım ilk gideceğim yerim belli oldu. Alkolle mücadele falan filan. İsmin ya da işlevin pek önemi yok. Sadece bir terapi grubu
... Durak, otobüs, iş yeri, portif, kareli gömlek, saçma arıza kaydı, iğrenç kahkaha, günlük nasihat (dozunda) 18.00...
Ceketim ve beyaz göbeğim ile kararmaya başlayan şehrin ertesi gününe virgül atıyoruz. Adresi aldığım gibi yola çıktım. Biraz yürüdüm biraz dolmuş ile merkezde bir iş merkezine geldim. Saat 19.09... Üçüncü kata çıktım. Nasıl oldu da bu çılgınlığı yapmaya karar verdim, inanın bilmiyorum. Aslında önemli de değil. Sadece yapmak istediğim için yapıyorum. Sebep mi? Çünkü yapmak istiyorum. Asansörden indim. Koridor boyunca kamu spotuna maruz kalarak iki yana açılan cam kapıyı itip içeri girdim. Yemekhaneyi andıran geniş bir salonun ortasında alüminyum 10-15 sandalyenin hilal şeklinde sıralandığını görüyorsunuz. Loş sarımtrak bir ışık sadece o alanı aydınlatıyordu. İçeri girer girmez gözler bana döndü. Nefesim kesildi. Ne yapmalıyım? Beynim resmen reset attı. Ortadaki anlatıcı abimiz içeri gelmem için işaret etti. Boş bir sandalyeye oturdum. Konuşmacı uzun ve anlamsız cümleler kuruyordu. Bir pişmanlık oluştu içimde. Ben deli miyim neden buraya geldim, nasıl böyle saçma bir davranış içime girdim? Bırak alkollü sigara bile içmeyen bir adamın burada ne işi var?
Sanırım bunlar için çok geç. Terapist abimiz anlamsız konuşmalarına devam ederken sık sık en sağdaki balık etli hanım ablamıza bakış atıyordu. 11 kişi saydım. 7 si erkek 4 ü bayan. Pek kalabalık değilmiş. Arada kaynamış olmayı umuyordum.
-Evet Emre Bey ile devam edelim. Emre bize anlatmak için bu akşam ne hazırladın.
Konuşmacı abiye ayar oldum. Emre kalkıp ortaya geldi. Kilolu 35 yaşlarında kamyoncu görünümlü bir arkadaşa Emre demişler. Daha çok Kazım tipi var.
-Merhaba arkadaşlar, bu gün alkolsüz 14. günüm. Mutluyum. Biraz zorlanıyorum. Ama iyiyim.
Değilsin diye haykırasım geliyor. Herkesin yüzlerinden belli. Zorla getirilmişler. Bence alkolü bırak hayata tutun gibi saçma kamu spotu yerine vicdanını rahatlat deseler yerinde olurmuş. Çünkü tiplerden beli. Birçoğu alkol alıp gelmiş ya da burdan çıkınca alacak. Sonra da günah çıkarmak için buraya geliyorlar ki vicdanen rahatlasınlar. Neyse... Sıkıldım. En sağdakinin yanında duran sarışın kadın buraya bakıyor sürekli. Neden acaba? Bakışları keskin ve ürkütücü.
Tam umduğumu bulamadım derken konuşmacı bana dönerek :
-Yeni arkadaşımızı tanıyalım. Hoş geldin. Bize biraz kendinen bahset.
Girişteki o bakış yağmuru yine üzerimde. Tutukluk zamanı değil. Hadi ama...
-Ben burda bulunmaktan öncelikle bilinmeli ki gurur duyuyorum. Çünkü burası benliğimi kazanmak için geldiğim bir yer. Ve anahtarı sizlerle alacağıma inanıyorum. Burada hoşbuldum.
Saçmalamış olmam çokta önemli değildi. Çünkü buradaki her şey saçmaydı. Hatta anlamsız kurduğum cümleler bir elitlik bile katmıştı bana. Çünkü bizim toplumumuza has bir durum bu; anlamadığı şeyi ulvi görmek....
Evet sonunda bitti. İşkence gibiydi. Sonradan zevk alacağım bu iş, kesin burada bitmişti benim için. Sonradan adının Mehmet olduğunu öğrendiğim konuşmacı bana bir kaç soru sormuştu. Herkes çıkış kapısına yönelirken ben bir daha gelmeyeceğim rahatlığı ile sorulara cevap vermiştim. İş telefon numarası kısmına gelince tabiki kendi numaramı vermek istemedim. Aklıma Müfit Şef geldi. Numarasını bi sebepten ezbere bildiğim için bir çırpıda söyleyip geçtim. Tam bu gece benim için yeterli adrenalin doğruğu aldım derken yaptığım; sizin için ufak benim için kocaman çılgınlıklar ile aşağı indim. Mesela şefi arar mı diye düşünmeden edemiyorum. Dahası yanlış numara olunca ısrarcı olup beni tarif eder mi? Bu düşünceler eşliğinde karanlık caddenin köşesini döndüm ki arkadan bir ses duyuldu.
-Hişt yakışıklı...
Yo, yo ben hayat kadını falan istemiyorum diyerek dönecektim ki; az önce terapi de gözleri ile oyan kadın köşedeki duvara yaslanıp bana bakıyordu.
devam edecek .... önemli not Yazarımız Taha Bulut bana 5434981140 vatsaptan yada [email protected] dan bana ulaşabilir misiniz ya da bölümleri bu iki mecradan bize iletebilirsiniz