Salavatsız Yürünmez Bu Yollarda 2
Etrafı incelemeye başlıyorum. Haziredeki mezarların şekli hemen hemen bir biri ile benzer yapıda. Fakat kare şeklindeki hazirenin tam ortasında bulunan mezar, oldukça büyük. Ayrıca yeşile boyanmış kitabesi ile de hemen dikkat çekiyor. Bu mezara biraz daha yaklaştığımda, bu hazirenin bu kadar sakin olmasına biraz daha şaşırıyorum. Çünkü bu mezarın Ebûsuûd Efendi’ye ait olduğunu anlıyorum. Kendisi tam 28 yıl Osmanlı’ya şeyhülislamlık yapmış büyük bir alimdir. Böylesine değerli bir insanın dahi mezarının başında kimse olmamasına üzülmüştüm. Ama beni asıl üzen; çok defa buranın önünden geçmeme rağmen hiç içeri girmemiş olmamdı. “belki de hiç buraya uğramamış olmak benim hatam değildir” diye düşündüm. Dışarıdaki insanlar… onlar da içeri girmiyorlar. Çünkü hazirenin girişinde burada Ebûsuûd Efendi’nin medfun olduğuna dair en ufak bir ibare bulunmuyor. -Belki de vicdanımı rahatlatmak için- Bu konuyla alakalı gerekli yerleri bilgilendirmek lazım diye düşünürken, gerekli yerlerin artık bu işleri gereksiz gördüğü aklıma geldi. “neyse” dedim kendi kendime. “Bu büyük insanın yanından ayrılma vakti geldi.” Bir fâtiha.
Hazireden çıkmak için kapıya doğru yöneliyorum. Yine biraz eğilip kapıdan çıktıktan sonra meydandayım. Havuzun kenarında küçümen bir set kurmuş olan insanlara daha dikkatli bakıyorum. Etrafı siyaha boyanmış, kulübeyi andıran kapalı bir alan oluşturmuşlar kendilerine. Biraz daha yaklaşıp bu kapalı alanın içine doğru bakıyorum. O sırada bir selâ başlıyor Eyüpsultan Camii minarelerinden. Sakinleşiyorum. Olduğum yerde durup selâyı dinlemeye başlıyorum. Hüseynî makamı… Müezzin Efendi bize ölümü hatırlatacak bir eda ile okuyor.
Kendime geldikten sonra etraftaki insanlara bakıyorum. Fotoğraf çekilenler fotoğraf çekmeye devam ediyor. Kahkahalar atarak gülenler gülmelerine devam ediyor. Peki ya settekiler? Onlar da öyle. Elinde büyükçe bir ayna tutan adam bir oraya bir buraya giderek güneşi yakalamaya çalışıyor. Yönetmen hararetli bir şekilde elindeki kağıtları karıştırırken kameramanlara da, “şuraya geçin… Sen de şöyle geç” dercesine el hareketleri yapıyor. Minareden okunan selâ ise yalnızca müezzin efendinin görevini yerine getirmesi etkinliğine dönüşüyor.
Ben bunları izlerken, aklımda da Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun, az önce otobüste okuduğum, kitabında bahsettiği şu hadise dolanıyor;
Burası Sultan Selim Camii’ne bağlı Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin bitişiğiydi. Büyük iki mağazayı birleştirip, kocaman bir gazino hâline getirmişlerdi. Kışın camları kapalı olurdu. Ama yazın dışarı taşarlardı. Üç dört tane de zilli çengi kız getirmişlerdi. İçerler, çalıp kızları oynatırlardı.
Gerek amcam, gerek babam camilerine giderken bu gazinonun önünden geçiyorlardı.
Bir yaz akşamıydı. Masalar dışarıya, kapının önündeki meydana çıkarılmıştı. Rakı şişeleri ve mezelerin etrafına sarhoşlar oturmuş içiyorlardı. Çalgılar çalınıyor, zil takınmış çengi kızlar masaların arasında göbek atıyorlardı.
Sarhoşların kimi bağırıyor, kimi el çırpıyor, kimisi de “Filân şarkıyı isterim!” diye haykırıyordu.
O sırada Sultan Selim Camii’nin baş müezzini, sesiyle, makam bilmesiyle, güzel okumasıyla meşhur Hafız İsmail Efendi, yatsı namazını okumaya başladı. Fakat ezan, çalgıdan, çengiden, bağırtıdan duyulmuyordu.
Amcam durdu. Bir minareye, bir sarhoşlara baktı. Sonra başını kaldırıp müezzine seslenir gibi, acı bir sesle şunları söyledi:
“Hafız İsmail Efendi! Ezanını insanlara dinlettiremedin; meleklere dinler! İsmail Efendi, insanlar dinlemiyor, insanlar çalgı sesiyle, nâra sesiyle meşgul; ezan sesini dinlemiyor. Ezanını, insanlara dinletemedin, meleklere dinlet… Semâlara söyle, semâlara dinlet!”
Bu hadisede insanlar çalgı-çengi sesinden ezanı duymuyordu. Gözümün önünde olanlar da bundan farksızdı. müezzin efendi selâ okuyor fakat insanlar meşgul oldukları anlık işlerden selâyı duymuyor, Ölümü hatırlamıyordu. Kulaklarına bir ses geliyor fakat idrak edemiyorlardı. Ne acı. O zaman ben de şu müezzin efendiye bağırayım buradan; “Müezzin Efendi selânı insanlara dinletemedin. İnsanlar ölümü hatırlamıyor. Sen selânı meleklere dinlet. Semâlara oku, semâlara dinlet.”
Hayır, Bağırmadım. Sessizce Hüseynî makamındaki selâyı dinledim………
Not: Bu yazı dizisi seri olarak devam edecektir. .ilk yazıyı okumak için lütfen tıklayınız http://www.millihaberdenizli.com/yazarlar/muhammet-emin-korkmaz/salavatsiz-yurunmez-bu-yollarda-1/104/