İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’dir ve Vali Fahrettin Kerim Gökay’dır. Vali, Müftü Efendi’den zamanın Patriği Athenagoras’a iade-i ziyaret yapmasını istemektedir.
Ömer Nasuhi Efendi’nin cevabı müthiştir :
“O bizim kapımıza gelmekle mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zimmîsidir”.
Bu cevap karşısında mecburen susan Vali bir müddet sonra tekrar arar ve “Patrik bizi ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mülakat hâsıl olsa.” der.
Bu teklif karşısında Ömer Nasuhi Efendi, “İstanbul valisi olarak zat-ı âlînizi ziyarete gelirim. Lakin resmî müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?” diyor.
Hala aşılamayan muazzam eserlerin sahibinin dikkat ettiği noktaya bakınız. Bugün kılık kıyafeti şekilcilik olarak görenlerin neden Muvazzah İlmi Kelam gibi bir eser veremediklerinin sebebini kendi anlayışlarının nakıslığında aramaları gerekmiyor mu?
Biz konumuza geri dönelim:
Vali, “Hayhay efendim, tabii ki gelebilirsiniz” deyince Ömer Nasuhi Efendi, Ali Yekta Efendi’ye, “Senin cübben güzel, iyi bir cübbe. Sen onu bana ver, sarığımı sararım. O şekilde giderim” der.
Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri Efendi’yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe giderr. Valilikteki görevlilere “Patrik geldi mi?” diye sorar. Valilik görevlileri “Hayır, gelmedi” deyince “Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra bana haber edersiniz” diyor. Patrik gelince kendisine haber verilir. Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve heybetiyle içeri girer. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalır.(9)
Osmanlı’nın medreselerinde yetişen, Heyet-i Telifiyye’de Büyük Veli Ahıskalı Ali Haydar Efendi ile beraber çalışan; önce İstanbul Müftüsü sonranın Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’in bu tavrı karşısında söylenecek söz yoktur.