Dostluğun Gölgesinde
Bugün vapurla karşı geçerken “yol mu önemlidir yoksa yoldaş mı” sorusu yine geldi aklıma.
Yol-yoldaş-dost-vefa-ünsiyet bu kelimelerde uzun süredir zihnimde yer tutanlar arasında.
Ne yazık ki günümüz “Modern” dünya da uzun süreli birliktelikler artık eskisi kadar göremiyoruz.
İşte birkaçı: Arkadaşlık-dostluk-evlilik-siyaset ve kısmen de edebiyat dünyası.
Hemen bu noktada Mustafa Kutlu’nun şu sorusu geliyor aklıma “kırk yıl birlikte olmuş olsak bile bir insanı ne kadar tanıyabiliriz?”
Bir insanı tanımanın onunla dostluk kurabilmenin arada ünsiyet oluşturmanın ön şartı olarak belli belirli sınanmalardan geçmesi gerektiğine inanıyorum. Aksi taktirde 40 yıldır beraber olduğun birisi bile olsa sonu hüsran ve pişmanlık olabiliyor.
Şu günlerde bu durumu daha iyi bir şekilde anlayabiliyoruz, 40 yıldır beraber yol yürüdüklerini iddia edenler yolun ortasına geldiklerinde karşı karşı gelebiliyorlar, şerit değiştirebiliyorlar.
Bahar mevsiminde hiç kimse yorgana ihtiyaç duymaz lakin kış geldiğinde kaçınılmaz olur. Bunun gibi bir şey ya da.
Server yayınlarından çıkan Kardeşlik adabı ile ilgili olan kitaptan size şu tabloyu aktarmak istiyorum.
Kardeşler üçtür: onlardan biri gıdaya benzer, onsuz olmaz. ikincisi ilaca benzer, her zaman değil, bazen. üçüncüsü de dert gibidir, kimse ona ihtiyaç duymaz.
Gıdamızı ve ilacımızı doğru yerlerden, sağlıklı olanlarından, helal olanlarından almadığımız taktirde bunların sonucu olarak ortaya çıkacak dert kaçınılmaz olur. Ve sonuç olarak şunu söyleriz “ insanı yol değil yol arkadaşları yorar”
Tabii bunun yanında kusursuz dost arayan dostsuz kalır ihtarına da uyma mecburiyetindeyiz, aksi taktirde hiç kimse ile imtizaç etmemiz mümkün olmaz, olamaz.
Dostlarımızın eksik ve kusurlarına karşı elbette tahammül seviyemiz olmalıdır.
Öyle ki dostluk şu değil midir ki: “katlandığımız değil, razı olduğumuz insanlar dostlarımızdır”
Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali kitabında şununla karşılaşmıştım yıllar evvel:
“Eski dostluğu devam ettirmek imandandır” peki bunun yanında toplu mesajların samimiyetsizliği, sosyal medyanın basiretsizliği ve diğer toplumumuzdaki haramilikleri nereye koyacağız, bu samimiyetsiz ve haylice boş maddeler bir hayli uzayıp gidecektir.
Kısacası şunu söylemek kafidir: tanıdık çok, arkadaş ve/ya dost yok.
Toplumumuzdaki samimiyetsizliğin, duyguların körelmesinin, birbirimize güzel muhabbetler ile bakamamamızın başlıca sebeplerinden olarak gördüğüm şudur: o güzel duyguları birbirimize izhar etmememiz, ikrar etmememizdir.
Oysaki Peygamberimiz şöyle buyurmamışmıdır: “Sevdiklerinize sevginizi izhar ediniz”
Bir diğeri büyük şairlerimizden olan Yunus Emre’nin “sevdiğimi söylemezsem, sevmek derdi beni boğar” beytini duyamayışımızdan mı ileri gelir?
Bu yazıyı okuyan her okuyucuya, bu yazı, muhabbetimi izhar ve ikrar etmeme vesile olsun.
Lakin yazıyı İbrahim Tenekeci’nin şu mısrası ile bitirelim:
“insan insana anlatamaz derdini/ Denedin, olmadı değil mi?
Tevfik Furkan