İki gün evvel bir ayrılık yaşadım. Ayrılık yaşadığım şey bir bitki idi, bir papatya. Maalesef kendisi uzun uğraşlarıma rağmen kurumaktan kendini alamadı. Tabii bunun farklı nedenleri olabilir; toprağını beğenmemiş olabilir, yeterince güneş görmemiş olabilir ve buna benzer nedenler..
Saksıyı temizlerken nedense aklıma Fatma Barbarosoğlu’nun şu sözü geldi “Gidememek, kalmak değildir her zaman.” Bunun üzerine toprağa herhangi bir şey ekmedim, toprağın hava alması için, dinlenmesi için. Yani nadasa bıraktım.
***
Tabiat denince aklıma hep şu sözler gelirdi:
ÂmişEfendi’nin “dağı dağ, taşı taş olarak gördüğün müddetçe bir mürşide muhtaçsın.”
Nureddin Topçu’nun “tabiatla konuşmasını bilmeyen insanın ruhu dilsizdir.”
Ve son olarakta Ahmet Murat’ın Haziran ayında İtibar dergisinde yayınlanan şiirindeki şu mısralar “ Ne zor ağaçların hayal kırıklığına bakmak “
***
Ve daha sonra papatyalarla ilgili bazı bilgileri toplamaya başladım, bulduğum bilgiler şunlardı:
Papatyaların Dünya üzerinde dört bin tane türü vardır.
Buzul bölgeler hariç her bölgede bulunurlar.
Sade ve gösterişsizdirler.
Grup halinde bulunurlar, nazlanmazlar, samimidirler ve en önemlisi de galiba şudur: çiçek dilinde ki anlamı “Temiz Kalp”’tir.
Bu bahsi burada nihayete erdirip yeni ve genel bir konuya geçmek isterim.
Yeni bölüme şu soru ile başlayalım: Tabiat ile aramıza ne girdi?
Konuyu daha da genişletmek ve açmak için birde şu atasözü: “Türk olana şehir içi zindandır.”
Yaz ayları gelirken yanında tatili, seyahati de getirir.
Geçen hafta dört arkadaşımla birlikte Ege’nin bazı kasabalarını ziyaret ettik. Yola çıkarken tatil niyeti ile çıktık lakin geri döndüğümüzde daha fazla bir yorgunluk ile döndük. Çünkü o gittiğimiz yerlerde ki kalabalık, insanların o bunaltıcı hal ve hareketleri bizi daha da yordu. Şimdi ise yeni bir rota oluşturuyoruz bu kez ki hedefimiz, gideceğimiz yerler yaylalar olacak.
Ben bu durumu şöyle anlıyorum: başladığımız yere geri dönüyoruz yani Doğaya. Tabi döndüğümüzde bulacak olduklarımız aynı mı olur bilemeyiz, konu ile ilgilenenler şu örneğe bakabilirler: Kaz Dağları ve Salda Gölü.
Yazının biraz dağınık ilerlediğinin farkındayım toparlamak niyeti ile bu bölüme başlarken ki sorumuza dönelim: Tabiat ile aramıza ne girdi? Galiba bu sorunun cevabı şudur: Modernizm ve Popülizm. Bu duruma örnek olarakta Karadeniz yaylalarının bir anda meşhur olması örnek verilebilir. Aynı şekilde yıllardır aynı yerinde duran Uzungöl niçin bir anda yerli ve yabancı tatilcilerin gözde mekanlarından oldu?
Son söz niyetine: Sahi “insanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor” diyen kimdi?