Trabzon’daki provakasyon Türkiye’de milliyetçiliğin artan dozajını ve Kürt sorununu tekrar gündeme taşıdı.
17/25 Aralık 2013 ile temelleri atılan, 15 Temmuz 2016 ile perçinlenen Ak Parti-Kemalist elitler devlet koalisyonu Türkiye’yi merkeziyetçi yönetim, Kürt sorununu da güvenlikçi politikalar zindanına soktu.
Türkiye’de yükselen milliyetçilik, Kürt oylarının HDP’de kemikleşmesi ve muhafazakar-dindar düşüncenin muhafazakar-milliyetçi çizgiye evrilmesiyle Ak Parti oylarının MHP’ye kayması sonucunu doğurdu.
Kendisini milliyetçi ya da ulusalcı olarak tanımlayan ‘Kızıl Elma’cı anlayış, cumhuriyetin kuruluşundaki Kemalist ayarlara dönüş hezeyanı ile yanıp tutuşuyor.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının Kürtleri de Türk sayan ya da Kürtlerin kendilerini Türk gibi hissetmesi gerektiğini savunan ucube bakış açısı hafızalarımızdaki yerini koruyor.
Dinin hayatın her alanından dışlanmaya çalışıldığı, tek bir etnisitenin özne olduğu bir ulus-devlet inşa etme mücadelesi veren Kemalizm’i küllerinden yeniden diriltme hayali bu ülkenin birlik ve beraberliğine, geleceğine ihanettir.
Onlarca etnik unsurun yaşadığı bir ülkede şovenizmi hortlatırsanız, ırkçılığın hangi noktaya varacağını ya da hangi sınırda duracağını kestiremezsiniz. Son seçimde gördüğümüz gibi Rum-Pontus kimliği bile tartışmaya açılabilir.
Ak Parti iktidarı Kemalistlerin oyununa gelmiş görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık Kemalist ağızla konuşmaya başladı. Çözüm sürecinde kendi kullandığı ifadeleri bugün kullananları hain ilan edecek kadar ayarları bozmuş durumda…
Son yerel seçimlerin kaderini belirleyen Kürt seçmenlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HDP tabanına dönük sert söylemleri ve milliyetçi çıkışları, tarihsel arka plan açısından imkansız görülen bir desteğin CHP’ye verilmesi sonucunu doğurmuştur.
Türkiye’yi yönetenler Kemalist ayarlara değil, adalet ayarlarına dönerek ezber bozmalıdır.
Öncelikle milliyetçi söylem ve eylemler terkedilmeli, çeşitli etnik ve mezhebi unsurlardan oluşan halkımızın birlik ve beraberliği için yegane yapıştırıcının ‘İslam’ olduğu gerçeği farkedilmelidir.
Kürt halkının farklı görüşlerden kanaat önderleri ile diyalog kurulmalıdır. PKK’yı ve Kürt şovenizmini doğuran zemin düzeltilmeden, sadece güvenlikçi politikalarla problemi çözmenin imkansız olduğu artık anlaşılmalıdır.
Türkiye’deki Kürt halkının büyük çoğunluğu bölünme ve şiddetten yana değildir. Yapılan bütün araştırmalar bu tespiti doğrulamaktadır.
Tek bir kimliği baz alan merkeziyetçi yönetim yerine adem-i merkeziyetçi yönetim modelleri gündeme alınmalıdır. Ak Parti’nin ilk yıllarında hazırlanan ve merkezin yetkilerinin bir kısmını yerel yönetimlere bırakmasını öngören yerel yönetimler yasası tozlu raflardan indirilerek tekrar tartışılmalıdır.
PKK şiddeti Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmiyor. PKK, Amerika tarafından Suriye’nin üçte birinin emrine verilmesini tarihi bir fırsat olarak değerlendiriyor. Bu sarhoşlukla Amerika karşıtı tüm ideolojik tez ve duruşunu yok sayarken, daha önceleri defalarca örneklendiği üzere Amerika’nın bir gün kendisini satabileceğini hiç düşünmüyor.
PKK’nın şiddeti durdurması, Türkiye’yi yönetenlerin de Kürt siyasetinin ve sivil toplum kuruluşlarının önündeki engelleri kaldırması ülkede toplumsal barışın yegane çözümü olarak görünüyor. Bu amaçla Kürt kanaat önderleri ve iktidar arasında sağlıklı ve samimi bir görüşme trafiğinin başlatılması elzemdir.
Trabzon’daki hadise, milliyetçiliğin özelikle genç kesimlerde ne denli keskinleştiğinin ispatıdır. Aynı tespit Kürt gençler için de geçerlidir. Söz konusu radikalleşme toplumsal ayrışmayı hızla tetiklemektedir.
Ülkeyi yönetenler vahim gidişi tekrar masaya yatırarak, hatalardan dönüş yapılması ve diyalog yolunun açıldığı yeni bir barış zemini kurulması için acilen harekete geçmelidir.
Trabzon’daki provakasyon Türkiye’de milliyetçiliğin artan dozajını ve Kürt sorununu tekrar gündeme taşıdı.
17/25 Aralık 2013 ile temelleri atılan, 15 Temmuz 2016 ile perçinlenen Ak Parti-Kemalist elitler devlet koalisyonu Türkiye’yi merkeziyetçi yönetim, Kürt sorununu da güvenlikçi politikalar zindanına soktu.
Türkiye’de yükselen milliyetçilik, Kürt oylarının HDP’de kemikleşmesi ve muhafazakar-dindar düşüncenin muhafazakar-milliyetçi çizgiye evrilmesiyle Ak Parti oylarının MHP’ye kayması sonucunu doğurdu.
Kendisini milliyetçi ya da ulusalcı olarak tanımlayan ‘Kızıl Elma’cı anlayış, cumhuriyetin kuruluşundaki Kemalist ayarlara dönüş hezeyanı ile yanıp tutuşuyor.
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının Kürtleri de Türk sayan ya da Kürtlerin kendilerini Türk gibi hissetmesi gerektiğini savunan ucube bakış açısı hafızalarımızdaki yerini koruyor.
Dinin hayatın her alanından dışlanmaya çalışıldığı, tek bir etnisitenin özne olduğu bir ulus-devlet inşa etme mücadelesi veren Kemalizm’i küllerinden yeniden diriltme hayali bu ülkenin birlik ve beraberliğine, geleceğine ihanettir.
Onlarca etnik unsurun yaşadığı bir ülkede şovenizmi hortlatırsanız, ırkçılığın hangi noktaya varacağını ya da hangi sınırda duracağını kestiremezsiniz. Son seçimde gördüğümüz gibi Rum-Pontus kimliği bile tartışmaya açılabilir.
Ak Parti iktidarı Kemalistlerin oyununa gelmiş görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık Kemalist ağızla konuşmaya başladı. Çözüm sürecinde kendi kullandığı ifadeleri bugün kullananları hain ilan edecek kadar ayarları bozmuş durumda…
Son yerel seçimlerin kaderini belirleyen Kürt seçmenlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HDP tabanına dönük sert söylemleri ve milliyetçi çıkışları, tarihsel arka plan açısından imkansız görülen bir desteğin CHP’ye verilmesi sonucunu doğurmuştur.
Türkiye’yi yönetenler Kemalist ayarlara değil, adalet ayarlarına dönerek ezber bozmalıdır.
Öncelikle milliyetçi söylem ve eylemler terkedilmeli, çeşitli etnik ve mezhebi unsurlardan oluşan halkımızın birlik ve beraberliği için yegane yapıştırıcının ‘İslam’ olduğu gerçeği farkedilmelidir.
Kürt halkının farklı görüşlerden kanaat önderleri ile diyalog kurulmalıdır. PKK’yı ve Kürt şovenizmini doğuran zemin düzeltilmeden, sadece güvenlikçi politikalarla problemi çözmenin imkansız olduğu artık anlaşılmalıdır.
Türkiye’deki Kürt halkının büyük çoğunluğu bölünme ve şiddetten yana değildir. Yapılan bütün araştırmalar bu tespiti doğrulamaktadır.
Tek bir kimliği baz alan merkeziyetçi yönetim yerine adem-i merkeziyetçi yönetim modelleri gündeme alınmalıdır. Ak Parti’nin ilk yıllarında hazırlanan ve merkezin yetkilerinin bir kısmını yerel yönetimlere bırakmasını öngören yerel yönetimler yasası tozlu raflardan indirilerek tekrar tartışılmalıdır.
PKK şiddeti Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmiyor. PKK, Amerika tarafından Suriye’nin üçte birinin emrine verilmesini tarihi bir fırsat olarak değerlendiriyor. Bu sarhoşlukla Amerika karşıtı tüm ideolojik tez ve duruşunu yok sayarken, daha önceleri defalarca örneklendiği üzere Amerika’nın bir gün kendisini satabileceğini hiç düşünmüyor.
PKK’nın şiddeti durdurması, Türkiye’yi yönetenlerin de Kürt siyasetinin ve sivil toplum kuruluşlarının önündeki engelleri kaldırması ülkede toplumsal barışın yegane çözümü olarak görünüyor. Bu amaçla Kürt kanaat önderleri ve iktidar arasında sağlıklı ve samimi bir görüşme trafiğinin başlatılması elzemdir.
Trabzon’daki hadise, milliyetçiliğin özelikle genç kesimlerde ne denli keskinleştiğinin ispatıdır. Aynı tespit Kürt gençler için de geçerlidir. Söz konusu radikalleşme toplumsal ayrışmayı hızla tetiklemektedir.
Ülkeyi yönetenler vahim gidişi tekrar masaya yatırarak, hatalardan dönüş yapılması ve diyalog yolunun açıldığı yeni bir barış zemini kurulması için acilen harekete geçmelidir.