DARBE VE GÖMLEK
Menfur darbelerde şehit ve gazi olan tüm Anadolu evlatlarının aziz hatıralarına ithafen..
Kuranın kerimde en güzel kıssa olarak nitelenen Hz Yusuf kıssasında Yusuf; henüz çocuk yaşında iken kardeşlerinin, gençliğe ilk adımlarını atarken de kralın karısının kıskançlık, kin ve öfkesine maruz kalmıştır. Kardeşler kafalarında kurguladıkları oyunu oynayarak onu biricik babasından uzaklaştırarak bir kuyuya atmışlardır. Kuyudan saraya giden yolda bu sefer Hz Yusuf bir başka sınav ile karşı karşıya kalmış, aristokratik saray hayatının egemen olduğu bir mekanda bu sefer daha acı bir gerçekle yüzleşmiş ve kendini bir iftiraya kurban vererek zindana gönderilmiştir.
Hayat düz bir yolda süregelen bir akış değildir. İnişli çıkışlı, acılı tatlı bir seyir, gurbet ve vuslatın bir bileşke oluşturduğu bir serüvendir. Tüm beşer planında bu akış böyle cereyan ederken durum bir nebi, bir resul ilgili ise ve bu kutlu elçiler üzerinden insan tekine ve cinsine bir mesaj verilecekse o zaman bu kıssaların daha derin anlamları olacaktır. İlâ yevmi’l-kıyam hayat sürecek olan insanların terbiye ve eğitim stratejileri ilahi vahyin dilinden amaçlandığına göre burada geçen hayat parametrelerinin herkese özellikle inanan mümin kullar için derin mesajları söz konusu olacaktır.
Nitekim varlık, yokluk, ayrılık sınavları derken Hz. Yusuf sarayın içerisindeki imkanlarla da sınanmış böylece kralın karısının kendisine derin ve delice bir aşk beslemesi neticesinde zindana boylamıştır. Hem baba ve hem de kendisinin seçilmiş bir kişi olmaları, eşya ve olayların yorumlanması bilgisi kendisine verilmiş olan, bu konuda özel bir öğretiye mazhar olmuş olan Hz Yusuf’un yürüdüğü siretteki derin ibretlerden bir tanesi de “gömlek” simgesidir. Kurana muhatap olan vahiy talebesinin üzerinde derin düşünmesi gereken hususlardan birisi olan “gömlek” simgesi üzerinden verilen mesajları anlamamız için şu gerçekleri yeniden okumamız gerekiyor. İnsan vasıtası ile gerek el emeği ve gerekse fabrikasyon olan, kıldan, tüyden, yünden, ipten, kumaştan mamul bir vücut koruması ve neticede bir giysi olan gömlek sadece basit bir gömlek değildir artık kıssa da. Gömlek içerisine ahlak, haşyet, emanet, emniyet, el-emin, itaat, iman ve salih amel eylemlerinin kendisinde bir ahenge dönüştüğü bir nebinin sırtında bir “takva elbisesi”dir artık. Ve elbette elbiselerin en en güzeli ve hayırlısı da takva elbisesi olacaktır. İçerisine iffet ve haşyetin yerleştirildiği bu gömlek; fizik ile metafiziğin, cisim ile ruhun, sıfat ile iffetin imtizacı haline gelerek bir başka anlama ve bir başka manaya dönüşmüştür. Gömlek artık bu süreçten sonra bir “mana” bir “mesaj” ve bir “kimlik” olacaktır. Olmuştur da zaten. Baba peygamber ile oğul peygamber arasında bir hasret, bir teselli ve bir ufuktur. Salt mücerret bir eşya olan “gömlek” tüm sınamaların neticesinde başka bir boyutta özel bir hayatiyet kazanmış böylece gözlere fer, gönüllere tesellli, dillere söz olmuş, ufukta bâd-ı saba ile birlikte hoş bû olarak gönlünü tüm kapılara kapatmış ve sadece rabbine açmış evde zindan hayatını yaşayan baba Yakub peygambere zaman ve mekandan mücerret bir “mesaj” olmuştur.
Zindan sadece oğul Yusuf’un duçar olduğu bir sınav değildir tabiî ki. Yakub peygamber de kendi dertlerinin ekseninin derin bir zindan içredir. En yakınındaki oğulları yine “en yakını” olan oğlu Yusufu yalancıktan bir bahane ve yalancıktan bir delil ile yine yalancıktan bir “ölüm”e mecbur kılmışlardır. Beşer planında Yusufun hayatiyetine dair karineler zayıf olsa da vahyin imbiğinden geçmiş Yakup peygamber için bir başka gerekçe vardır mutlu ve umutlu olmak için. Sabır, dua, gözyaşı ve iffet ile mücehhez derin bir iman…
Bir kimliğe dönüşen gömlek bu derin imanın tezahür anlarında bir fenomen haline dönüşecek ve imdat çığlığı ve müjdesi olacaktır. Gömlek; Üzerine yalandan bir kan sürülen kanlı gömlek, arkadan yırtılan olay mahallinde lehte şahit olan gömlek, görmeyen gözlere fer olan Mısır’dan Kenan illerine hoş bû salan gömlek, yola çıkmadan kokusu gelen ve kokusu ile birlikte gelince yüze sürülen ve gözleri açan bir şifa kaynağına dönüşerek bir “el” olan gömlek DARBEler karşısında bir imdat ve vuslat çığlığıdır artık.
Gömlek: Kimlik. … Yani gömlek eşittir kimlik.
Eşya sadece cismi, bedeni, vücudu örtmez. Örtmekle kalmaz ve hatta ötesi korur. Sadece zahiri tehlikelerden, ayıp ve kusurlardan korumakla kalmaz. Günahtan şirkten, kirden, pastan, iftiradan, hasretten, ayrılıktan, kasvetten, yalnızlıktan da koruyandır.
….
Benim gibi yaşı kırkın üzerindekilerin bir çok üstad ve hocalarımız gibi hayatlarında etkisi olan bir hocaefendi! İstanbul’un selatin camilerinde ateşin bir ses, minberin kükreyen bir aslanı, islamın haysiyet ve izzeti için cansiperane bir müdafii, Müslümanlara karşı merhametli bir ses tonu. Fetih, hicret, İstanbul’un fethi gibi konuları tüm ihtişamıyla kelimelere, cümlelere, hitabete dönüştüren bir eda. Davudî bir ses tonu ile iman ve ibadetin zevkini kitlelere ulaştırana bir cesur ses…
Anadolu’yu baştan sona kasetleri ile ziyaret etmiş içerisine imanın bir zevk haline dönüştüğü hanelere misafir olmuş, “Ey Müslüman! Beni iyi dinle! Ben bu kürsüye kelle koltuğa alarak çıkıyorum. Kıyamette iki elim yakandadır. Hz Muhammed Mustafaya seni şikayet ederim” diyen bu cesur ve Davudî sesin sahibinin darbe güncelerine ibret nazarı ile bakmak bize darbenin insanlar üzerinde ne derin psikolojik etki bıraktığını göstermektedir.
12 Eylül darbesinin yüz binlerce mağdurundan biri de vaaz kasetleri milyonlarca eve ulaşan Timurtaş Uçar Hoca efendiydi. Vefatına kadar 55 ayrı davadan yargılanan ve hepsinden beraat eden Timurtaş Uçar hocanın eşinden dinleyelim….
……
12 Eylül darbesini yapanların da hedefindeydi. Vaazları nedeniyle darbenin hemen ardından gözaltına alınan ve kendisinden aylarca haber alınamayan Uçar'ın eşi Mevlüde Uçar “Bir sabah ezanının hemen ardından kapımızı kırarak gelip aldılar, aylar sonra kapımızın önüne bıraktıklarında çocuklarım bile kendisini tanımadı. Seslenmese ben bile tanıyamayacaktım"
…..
O günleri anlatırken göz yaşlarına hakim olamayan Mevlüde Uçar, zil çalındıktan sonra kapıyı açmaya fırsat vermeden kapılarının kırıldığını kaydetti. Evde bulunan yüzlerce kitabın delil sayılarak çuvallara konulduğunu aktaran Uçar, sedirlerin, kanepelerin bile kırıldığını ifade etti. Polislerin eşini Gayrettepe'de bulunan Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüklerini söylediğini ancak kendisinden aylarca haber alamadıklarını anlatan Mevlüde Uçar, "O günden sonra kapımızın önünde sivil polisler beklediği için kimse evimize gelemedi. Çocuklarıma aylarca çorba ve çaydan başka bir şey yediremedim".
…..
Uzun uğraşlar sonucunda helal süt emmiş bir Anadolu çocuğu olan bir asker vasıtası ile kocasına ulaşır sevgili eşi… Eşinin Selimiye Kışlası'nda tutulduğunu duyduktan sonra buraya gittiğini anlatan Mevlüde Uçar, "Uzun süre uğraştıktan sonra eşimin burada olduğunu öğrendim. Eşimi göremedim ama bana gömleğini gönderdi. Eve döndükten sonra gömleği incelediğimde tüm düğmelerinin koptuğunu, sırt kısmında yırtıkların olduğunu gördüm. Evde babalarını soran çocuklarıma gömleği verdim. Çocuklarım kokladılar öptüler. ‘Gömlek babam kokuyor' diyerek gece ona sarılarak yatmalarını unutamıyorum" diye konuştu.
…….
Neyle suçlandığını tam olarak bilmeden aylarca işkence gören Timurtaş Uçar, bir gece yarısı evinin kapısının önüne bırakılmış. Mevlüde Hanım, aylar sonra eşini gördüğü günü anlatırken gözyaşlarını tutamıyor: "Hoca 86 kilo ile gitti 63 kilo ile geldi. Seslenmese tanımayacaktım. Çocuklar zaten tanımadı. ‘Bu amca kim' dediler. Daha önce onu hiç görmediğimiz gibi gördük; sakalsız, bıyıksız... ‘Hadi Allah'ın, cemaatin, etrafında dönen gençler gelsin de seni kurtarsın' diyerek sakallarını tek tek yolmuşlar."
…..
“ Eşim 38 solcunun yanına konulmuş. İlk iki gün solcular eşime takılmışlar. ‘Senin ne işin var burada hoca' demişler. Cezaevinde plastik kapların içinde yoğurt ve ekmek veriyorlarmış. Su ise günde iki kere veriliyormuş. Eşim bir gün solcuların bu yoğurt kaplarını yıkayarak içine su doldurduklarını görmüş. Sular ile ne yapacaklarını sorduğunda ise, ‘Bu sana lazım. Abdest alman için' demişler"
……
"Hayatı boyunca Asım'ın nesline benzer neslin geleceğini söyledi. Bu neslin yetiştirilmesi için uğraştı. Türkiye'nin Müslümanlara liderlik edeceğini söyledi durdu. Türkiye'nin geldiği bu günleri görmesini çok isterdim. Ömrünün bu günleri görmesini çok isterdim". https://www.youtube.com/watch?v=ihA6gu7jWgU
……
Milletin evlatları arasına kan ve göz yaşından başka bir şey bırakmayan ucu dışarıda kuklaları içerde olarak icra edilen kahpe darbelerden geriye sadece işte bunlar kalmıştır.
Tabii olarak bir de geriye içerisinde iffet, ahlak, fazilet, sadakat ve emniyetin olduğu taraflara teselli olan yırtık, düğmesiz bir “gömlek”. Kim bilir nice evlerde bir düğme, bir gömlek parçası, bir ayakkabı teki, bir saat camı, bir kemer parçası gibi basit görülen eşyalarla teselli olan ne analar ne babalar ne evlatlar vardır bilmediğimiz gözü ve gönlü yaşlı.
O “Gömlek “ bir “kimlik”tir eşe aşiyana ve tabii ki Allaha dönük olan!
İslam ilahiyatına göre eşya, hadise ve olaylarda bir boşluk ve abesiyet yoktur. Tersine bir anlamlılık ve amaç esastır. Yağmurun yağması, rüzgarın esmesi, depremin sarsması, şimşek, yıldırım… her biri kendilerine biçilen bir vazifenin mihverinde devam ederek bazen darda kalmış Nuhun gemisine deniz; Musanın ordusuna ırmak, firavuna helak; bir sinek nemruda tokmak; Hud’un kavmine ateş yumağı olurken bir gömlek Yakuba teselli olmuştur. Yani mücerred bir hadiseden mücessem bir ayete dönüşmüştür.
Allah nasip etse de kıyamet gününde bir tarafta Hz Yusuf ve diğer yanda Peygamberler, başta Hz Muhammed olmak üzere etrafta şuheda halka olmuş olarak bizleri de keremlerinden bir kırıntı olarak seyirci olarak alsalar… hepsinin yüksek müsaadeleri ile Timurtaş hocamız kürsüye geçse o içten ateşin sesi ile yeniden kürsüye çıksa bu ihanet şebekelerine gerekli dersi verse… bu muhteşem tablonun bir şahidi de bizler olsak…
.
Bu vesile ile kökü dışarıda taşeronları içerde olan başta FETÖ darbesi olma üzere tüm darbelerde şehit ve gazi olan Anadolu evlatlarının ve kürsilerin aslanlarının aziz ervahına fatihalar gönderiyorum. Ana, baba ve evlatlarına sabrı cemil duası ile bir darbe mağduru olan İbrahim Uslu hocamın da ellerinden öpüyorum.
Sefa ATİK, Denizli, 11 Temmuz 2017.